Sahip olduğunuz servet, bizden çaldığınız hayatlarımızdır

Televizyon kanallarında ortak yapılan “Türkiye Tek Yürek” yayını.

Dün gece tüm televizyon kanallarında aynı anda, bağış toplama kampanyası adı altında bir kara para aklama şovunu seyrettik. Günlerdir yeterince ağırlık yüklenmemiş gibi vicdanlarımıza, bir de bunun utancı eklendi. Onlar utanmadı elbette, bilakis, kasım kasım kasıldılar karşımızda, utanmak onların yerine yine bize düştü.

Deprem bölgesindeki insanların borcunu altı ay erteleyen devlet, depremzedelere “yardımda bulunacak” şirketlerin bağışlarını vergilerinden düşmeyi taahhüt edince, holding sahipleri bir anda yardıma koştu. Bu fırsat hiç kaçar mı? Gerçekte ödedikleriyse kan parasıydı. Bu halkın kanının parası.

Kimler yoktu ki? Bütün ülkeyi betona boğan holdingler, enkaz altında insanlar kurtulmayı beklerken kasalarının peşine düşen bankalar, depremden sonra bir an önce enkaz başına gitmek isteyen madencileri işten kovmakla tehdit eden maden şirketleri… Hepsi oradaydı. Başta Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz. Sadece 303 milyon dolar vergi borçları silinmişken, 160 milyon doları bir lütufmuş gibi bağışladığını açıkladı. Aynı anda Kazdağları’nda iptal edilen bakır madeni projesini yürütmeye çalışıyordu. Zincirlikuyu’daki afet sonrası toplanma alanlarından birine alışveriş merkezi inşa eden Zorlu Holding de oradaydı, 30 milyon lira bağışladılar, lütuf gibi. Mecidiyeköy’deki inşaatında 10 işçinin iş cinayeti sonucu hayatını kaybettiği Torunlar Center’ın sahibi Aziz Torun, 20 milyon lira bağışladı, lütuf gibi. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay da oradaydı. İşçiler yoksulluk içinde kıvranırken, bir sendika başkanının bağışlayabilecek 20 milyon lirası olduğunu öğrendik. Küfür gibi.

İşadamı Cihan Kamer, 250 milyon lira bağışladığını açıkladı. Kankası Acun Ilıcalı, “Biz onu 300 milyona yuvarlayalım abi,” diye müdahale etti, yuvarladılar. Torunlarımızın torunlarının dahi hayatları boyunca göremeyecekleri paralar, biz ay sonunu nasıl getireceğimizi düşünürken, gözümüzün önünde yuvarlandı. O zaman soralım, bu ülke madem bu kadar zengindi, bunca insan neden öldü? Neden insanlar güvenli evlerde barınmaya layık görülmedi? Diyelim ki “asrın felâketine” ev falan dayanmadı, peki neden on binlerce insan günlerce enkaz altında kurtarılmayı bekledi ve çoğu üzerinde tek çizik bile olmadan donarak can verdi? Enkazın altındakiler için günlerce beton kırıcı, vinç, uzman ekip diye bağırdı yakınları; hâlâ cenazelerini bile alamadılar. Onlar için de çadır gerekiyordu, hâlâ gerekiyor. İnsanlar günlerce aç, susuz kaldı. Çaresizlikten marketlere girdiler, birileri tarafından utanmadan “yağmacılıkla” suçlandılar, kendilerini hırsız gibi hissettiler, en sevdiklerini kaybetmeleri ve evsiz kalmaları yetmezmiş gibi onurları da kırıldı, ağladılar. Bu kadar paranız vardı madem, bunca gün neden koşmadınız bu insanların yardımına? Neyi beklediniz?

Doğru zamanı beklediniz. Sizin için doğru zaman insanların enkaz altından kurtulması değildi, yapacağınız bağışların ödeyeceğiniz vergilerden düşülmesiydi. Sizin için doğru zaman, vereceğiniz her kuruş paranın tanıtımını yapabilmekti. O kirli paralarınızı temizleyebilmek için aralarda çocukların kumbara bağışlarını bile kullanmaktan çekinmediniz. Hiç utanmadınız.

Kimin parası kime bağışlanıyor?

AKP’li cumhurbaşkanı, “AFAD’a gelecek her kuruş depremzedeler için kullanılacak,” diye yayının başında güvence verdi. Yayın boyunca da “Bağışlarınız konusunda hiçbir endişeniz olmasın,” diye tekrar tekrar söylenmek zorunda kalındı. Niye acaba? 23 senede toplanan 38 milyar dolar deprem vergisinin nereye gittiğini bilemediğimiz için olabilir mi?

O paraları iç edenler, şimdi depremzedeler için 6 milyar dolar bağışlamışlar. O zaman bir kez daha soralım; siz kimin parasını kime bağışlıyorsunuz? Yıllar önce enerji ve maden işçilerinin açtığı bir pankartta da yazdığı gibi, “Sahip olduğunuz servet, bizden çaldıklarınızdır”. Yıllardır teşviklerden, ihalelerden, vergi aflarından kazandığınız paraları mı bize bağışlıyorsunuz? 128 milyar doları yok eden Merkez Bankası, Demirören Holding’e verdiği 750 milyon dolar krediyi tahsil edemeyen Ziraat Bankası, siz kimin parasıyla bağış yapıyorsunuz? Toplanan 115 milyar liranın yalnızca 7 milyar lirasını veren özel şirketlerin devlet tarafından silinen vergileri 30 milyar lira. Siz kimsiniz de bu halka bağış yapıyorsunuz?

Ne yaşadığımızı biz biliyoruz. Bizden çaldıkları yüz milyarlarca lira havada uçuşurken, deprem bölgesindeki insanlar hâlâ kefen bulamıyor. Güya bağışladıkları para, kazandıklarının milyonda biri bile değil, ama günlerdir elinde avucunda olan ne varsa depremzedelere yollayan bu yoksul halkın onlara minnet duymasını istiyorlar. Çünkü korkuyorlar. Halkın bizzat kendi eliyle örgütlediği muazzam dayanışma onları korkuttu.

Bu yüzden Pazarcık’ta HDP’nin kurduğu dayanışma merkezine kayyum atayıp yardımları gasp ettiler. Muhtemelen bu kadarla da sınırlı kalmayacaklar. Bölgedeki bütün toplumsal muhalefetin örgütlediği dayanışmaları tek tek dağıtmak isteyecekler. Bir hafta boyunca ortalıkta görünmeyen Devlet Bahçeli, boşu boşuna bir anda ortaya çıkıp önüne gelene küfürler yağdırmadı. Korkuyorlar. Korkmakta da çok haklılar.

Yusuf Unutmaz, biz de öyle!

“Bu gördükleriniz Antigone oyunu değil; sokakta yatan annem ve anneannem. Naaşlarına devletten kimseye el sürdürmedim, ellerimle çıkardım, ellerimle gömdüm, başında nöbet tuttum tüm gece. Kimseyi yaklaştırmadım bile. Taziye mesajları atıyorsunuz atmayın; üzgün değil, öfkeliyim. Annem benim kalbimdi, merhametim, korkularım, umudum, iyi insan olma sebebimdi. Benim kalbim kırıldı dün, taş oldum taşların arasında. Kaybetmekten korktuğum tek şeyi kaybettim. Çocukluğumu, memleketimi, ailemden onlarca kişiyi kaybettim.”

Bu sözler Antakyalı depremzede Yusuf Unutmaz’a ait. Korktukları işte tam olarak bu. Yusuf’un öfkesi. O öfkenin yayılmasından korkuyorlar. Ama artık çok geç. Yusuf’un öfkesi, bizim de öfkemiz.

Yine depremin beşinci gününde, Şevval ismindeki bir genç kadın, şöyle bir tweet attı: “Silivri soğuktur diyerek susma devri bitti. Çünkü arkadaşım Emir Özalp, devlet sorumluluklarını yerine getirmediği için, enkaz altında donarak öldü.”

İçinizde hâlâ duygularını hapse girmeyecek şekilde ifade edemeyen varsa korkmasın, artık korkma sırası bizde değil, onlarda. Ve kimse unutmasın. Enkaz altında donarak kaybettiğimiz insanlarımıza bir borcumuz var; tüm bu yaşanılanların hesabını sorumlulularından bir bir sormak. Bu binaları yapan müteahhitler ve bunların yapılmasına izin veren aşağıdan yukarıya bütün siyasî bürokrasi, askerin depreme anında müdahalesi kararını vermeyenler, madencileri ilk anda deprem bölgesine götürmeyenler, kurtarılmayı bekleyen enkaz altındakilere nefes olan interneti saatlerce kesenler, hepsinden hesap sormak biz hayatta kalanların boynunun borcu artık. O borç ya ödenecek ya da hepimiz kalan ömürlerimizi büyük bir utanç içinde geçirmek zorunda kalacağız. Ya başı dik insanlar olarak yaşayacağız bu hayatı ya da bu kahrolası enkazın altında sıkışıp kalacağız. Seçim bizim.

Kemal Tahir, “Anadolu Türk’ünü, çok zaman işlediği kötülüklerle değil, ruhunun derinlerinde acı çeken büyük insanlığıyla ölçmeli. Yolumuzu aydınlatacak şaşmaz ışık, bu acı çeken insanlığımızdır,” der. Hep birlikte o ışığa tutunalım, bizi bu karanlıktan büyük insanlık çıkaracak.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Sevebilmenin iflası

Kendi düşmanın gibi, ezersin kendi canevini.” –Shakespeare Malum sözü biraz terse büküp, bir soru sorarak başlayalım: Peki, hassas…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et