J. Robert Oppenheimer’dan bugün ne öğrenebiliriz?

J. Robert Oppenheimer. Fotoğraf: AP.
J. Robert Oppenheimer. Fotoğraf: AP.

Ölümünden sadece 55 yıl sonra, ABD hükümeti J. Robert Oppenheimer’ın 1954’te Atom Enerjisi Komisyonu tarafından elinden alınan yetki belgesini iade etti ve onun yalnızca bir komünist değil büyük olasılıkla bir Sovyet casusu olduğunu ilan etti.

Oppenheimer, elbette, atom bombasının babası [şimdi de büyük çaplı bir sinema filminin konusu]. II. Dünya Savaşı sırasında, ABD’nin Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’ye attığı ve birkaç yüz bin kişinin ölümüne neden olan “Little Boy” ve “Fat Man” bombalarını doğuran Manhattan Projesi’ni yönetmişti. Ancak daha sonra Soğuk Savaş başladı, birdenbire Washington’ın eski müttefikleri olan komünistler kötülüğün simgesi haline geldiler ve her yerdeydiler. ABD hükümeti, sonsuz bilgeliğiyle, nükleer silah programına devam etmekten ve barış uğruna dünyayı kıyametin eşiğine getirmekten başka çaresi olmadığını biliyordu.

Binlerce yıldır dünya devletlerinin temel ilkesi olan savaş, insan neslini tükenmenin eşiğine getirmişti. Resmi hükümet politikası bu yöndeydi: Ne olmuş yani?

Oppenheimer bu resmi politikaya meydan okuyarak kariyerini mahvetti. Sahiden de, yeni geliştirilen bomba 16 Temmuz 1945’te New Mexico Alamogordo’da test edilirken, gezegenin tehlikede olduğunu çabucak fark etmişti. Fizikçilerden oluşan bir ekip onun aşırı kırılganlığını henüz ortaya çıkarmıştı, Oppenheimer da herkesin bildiği üzere mantar bulutuna tanıklık ederken Hindu Bhagavad-Gita’nın sözlerinin zihninde yankılandığını belirtmişti: “Artık ben dünyaların yok edicisi ölüm oldum.”

Manhattan Projesi’ndeki Leo Szilard gibi bazı biliminsanlarının aksine Hiroşima ve Nagasaki’ye bomba atılmasına karşı çıkmamıştı. Fakat savaş sona erdiğinde kendini gelecekteki savaş ihtimallerini ortadan kaldırmaya adamıştı. Bombalamalardan bir hafta sonra attığı ilk adımlardan biri, Savaş Bakanı Henry Stimson’a mektup yazarak nükleer silahların daha da geliştirilmesi konusunda sağduyulu davranma çağrısı yapmak oldu. Şöyle yazmıştı:

“Bu ulusun güvenliğinin —düşman bir güce zarar verme kabiliyetinin aksine— tamamen ya da öncelikle bilimsel ya da teknik becerisinde yatamayacağına inanıyoruz. Sadece gelecekteki savaşları imkansız hale getirmeye yarayabilir. Bu alandaki teknik imkanların şu anda tam olarak kullanılmamasına rağmen bu amaca yönelik tüm adımların atılması ve gerekli tüm uluslararası düzenlemelerin yapılması konusunda size oybirliğiyle ve acil tavsiyede bulunuyoruz.”

Gelecekteki savaşları imkansız hale getirmek. Ya Amerikan siyasi güçlerinin Oppenheimer’ı dinleyecek kadar akılları başlarında olsaydı? Oppenheimer bu mektubu yazdıktan birkaç ay sonra Başkan Harry Truman’ı ziyaret ederek yeni nükleer gelişmelerin uluslararası denetime bağlanması konusunu görüşmeye çalıştı. Başkan buna izin vermedi. Oppenheimer’ı Oval Ofis’ten kovdu.

Oppenheimer, nükleer silahların kullanımını denetlemek için Atom Enerjisi Komisyonu (AEC) ile birlikte çalışarak ve hidrojen bombasının üretilmesine karşı çıkarak savaşın önüne geçme konusundaki kararlılığını sürdürdü. Bombanın geliştirilmesi ilerledikçe ve nükleer denemeler dünyanın “gözden çıkarılabilir” bölgelerine serpinti yaymaya başladığında bile muhalefetini sürdürdü. Ama sonra McCarthy dönemi ve ona eşlik eden Kızıl Korku geldi.

1954’te 19 gün süren gizli oturumların ardından Atom Enerjisi Komisyonu Oppenheimer’ın yetki belgesini iptal etti. The New York Times’ın belirttiği üzere, bu “onun kariyerini küçük düşürücü biçimde sona erdirdi. O zamana dek Amerikan biliminin kahramanı olan Oppenheimer, hayatına yıkık bir adam olarak devam etti.” 1967’de, 62 yaşında öldü. Times, şunu yazmıştı:

“Oppenheimer’a karşı açılan davanın kilit unsurlarından biri, atom bombasından bin kat daha büyük bir güçle patlayabilen hidrojen bombası üzerindeki ilk çalışmalara karşı çıkmasından kaynaklanıyordu. Fizikçi Edward Teller, uzun süredir bu silahın geliştirilmesine dönük programın hızlandırılmasını savunuyordu ve 1954’teki duruşmada Oppenheimer’ın kararlarına güvenmediğini söylemişti. ‘Devlet meseleleri başka ellerde olsaydı kendimi kişisel olarak daha güvende hissederdim,’ diye ifade vermişti.”

“Anti Amerikancı”

Elbette Oppenheimer’ın hayatının geri kalanında üzerine yapışıp kalan “utanç lekesi”, onun bir “komünist” ve belki de bir casus —başka bir deyişle tamamen anti-Amerikancı— olduğuydu. Bu, Soğuk Savaş’ın ilkelerine meydan okuyanlara karşı kullanılan başat yalandı. Komisyonun gizli oturumları 60 yıl boyunca gizli kaldı. 2014’te gizliliği kaldırıldıktan sonra, tarihçiler Oppenheimer’a karşı neredeyse hiçbir zarar verici delil içermemesine ve ona sempati duyan pek çok ifadeye hayret ettiklerini ifade ettiler. Buradaki ifşaatlar öncelikle hükümetin kendi yalanlarını örtbas etmekteki çıkarını ortaya koyuyor gibi görünüyor.

Geçen aralık ayında, Atom Enerjisi Komisyonu’nun dönüştüğü bakanlığın başında olan Enerji Bakanı Jennifer Granholm, 1954’teki duruşmayı “kusurlu bir süreç” ilan ederek Oppenheimer’ın yetki belgesinin iptalini geçersiz kıldı. Hükümetin hatasından dönmesini sağlamak, American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer kitabının yazarları Kai Bird ve Martin J. Sherwin tarafından başlatılan uzun ve zorlu bir süreçti. Bu süreç yaklaşık 16 yıl sürdü. Sonunda onun adını temize çıkarmayı başardılar.

Gösterdikleri muazzam çabayı ve elde ettikleri neticeyi alkışlamakla birlikte, yapılması gereken daha çok şey var. Bu sadece kişisel bir mesele, bir kişiye yapılan bürokratik bir kusurun düzeltilmesinden fazlası. İnsanlığın geleceği hâlâ tehlikede. ABD hükümeti yıllarca nükleer silahların geliştirilmesi için trilyonlarca dolar harcadı, binden fazla nükleer test gerçekleştirdi ve şu anda 12 bin 500 civarındaki ölçüsüz küresel toplamda 5 bin 244 nükleer savaş başlığına sahip. Belki de Oppenheimer’ın sözlerine kulak vermeye ve onu dinlemeye başlamanın zamanı gelmiştir.


*Bu yazı, Emre Köse tarafından Robert C. Koehler’in Common Dreams‘de yayımlanan makalesinden çevrilmiştir. İlk kez Interzone’da yayımlanmıştır.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Sevebilmenin iflası

Kendi düşmanın gibi, ezersin kendi canevini.” –Shakespeare Malum sözü biraz terse büküp, bir soru sorarak başlayalım: Peki, hassas…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et